Antalya’daki tadımın akşamında bizleri 7 Mehmet’te müthiş şaraplar eşliğinde inanılmaz bir menü bekliyordu…
Menüde başlangıçlarda gökkuşağı salatası, keçi peyniri, kalamarlı turp salata, ara sıcaklarda yavru kalamar ızgara, avokadolu karides ve ana yemekte tereyağında lagos, bütün düve bonfile ve yanında kuru domatesli zeytinyağlı pilav ve yeşil fasulye, en son olarak da fırında kokoreç yer alıyordu. Tatlı olarak ise 7 Mehmet bizlere keçi sütü dondurma (kızarmış badem ile) hazırlamıştı.
Bu çılgın menüye hepimizin kavından gelen çılgın şaraplar eşlik etti…
Yemeğe ilk olarak artık bir 7 Mehmet klasiği olan gökkuşağı salatasının yanında keçi peyniri ve kalamarlı turp salata ile başlıyoruz. Yanında Sicilya’dan yerel bir varyetel olan Carricante üzümünden yapılmış bir beyaz şarap eşlik ediyor. Benanti’nin 2008 Pietramarina’sı üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen şanına yakışır bir dirilik ve mineraliteye sahip. Etna eteklerindeki bağlardan gelen şarabın özellikle kalamarlı turp salata ile uyumu çok iyiydi.
7 Mehmet’in en iyi özelliklerinden biri malzemelerin kalitesi ve yemeklerdeki uyum ve bütünlük. Sadece “Gökkuşağı salatası” ve “kalamarlı turp salata” için bile 7 Mehmet’e gidilir. Gökkuşağı salatası oldukça aromatik ve aynı zamanda “fresh” bir yapıda. İçinde reyhan, avokado ve greyfurt gibi farklı ögeler yer alıyor. Her iki salatanın da asidite dengesi çok iyi ve bu da yemeklerin damakta aşırı baskın bir tat bırakmadan uyum içinde şarapla bütünleşmesini sağlıyor.
Salataların yanında ayrı olarak sunulan keçi peyniri ise 1 yıldan fazla süre dinlendirilmiş eşsiz bir lezzetti. Aslında bu tarz keçi peynirlerini çoğunlukla Vouvray gibi yarı-tatlı şaraplarla daha uyumlu bulsam da diri asiditeye sahip sek şaraplarla da olgunlaştırılmış keçi peynirleri güzel uyum sağlayabiliyor.
Bu arada Sardunya’dan bir Vermentino geliyor önümüze. Capichera’nın Vigna Ngena 2011 Vermentino’su damakta diri ve canlı yapıya sahip olsa da bitimde biraz acılık hissediliyordu yine de peynirle fena gitmedi. Hemen ardından gelen Schloss Johannisberg 2008 Riesling ise ara sıcaklardan avokadolu karides ile bütünleşiyor. Karides Antalya yöresinden, tam istediğim gibi diri kalmış ve altındaki avokado püresi yağlımsı aromatik bir lezzet katıyor. Ben bu yemekte biraz asit eksikliği hissettim ve bunun için salatanın sosundan hafifçe üzerine kondurdum. Sonuç bana göre gayet iyiydi. Riesling’in narenciye, şeftali, bal aromaları, diri asiditesi ve bitime doğru gelen mineralsi yapısı şarabın sadece karidesle değil, masadaki diğer tüm yemeklerle bütünleşmesini sağlıyor. Sanırım bana tüm yemeklerle hangi şarabı eşleştirirsin diye sorsalar hiç duraksamadan “Riesling” derim…
Karidesin ardından masamıza gelen yavru kalamar ızgaraya altında bezelye püresi eşlik ediyordu. Şef bezelyenin tanelerini çok ezmemiş ve dişe gelmelerini sağlamıştı, iyi ki de öyle yapmış zira bu tarz pürelerde bazen hantal bir tabak oluşabiliyor. Bu tabakla birlikte artık Chardonnay’lere geçelim diyoruz. Öncelikle Küp Epic 2010 Chardonnay ve ardından Pammukkale L 2011 Chardonnay açıyoruz. Her iki Chardonnay de kalamarla fena gitmiyor. Pamukkale L 2011 damakta daha canlı bir yapıya sahip olarak bir tık öne geçiyor. Ancak esas yemek-şarap uyumunu tereyağında Lagosla eşliğinde açtığımız Chateau Montelena 2011 Chardonnay ile zirveye taşıyoruz. Efsane üreticinin 2011 rekoltesi oldukça zengin karakterli, narenciye, elma, armut bazlı meyvelerin ön plana çıktığı, mineralsi ve fıçı notlarının ahenkle dans ettiği bir şarap. Damaktaki yağlımsı karakteri, canlı ve mineralsi yapısı ile lagosla mükemmel bir uyum sağladı.
Bu arada bir yandan Montelena’yı keşfederken diğer yandan artık kırmızılara geçiş için Fransa’nın Fleurie apelasyonundan bir Gamay geliyor önümüze. Jean Foillard’ın 2009 Gamay’si benim her daim açmak istediğim şarap barı için hayal ettiğim türden bir şarap örneği. Yoğun kırmızı meyve, toprak ve otsu notların belirgin bir derinlik ve kompleksite kazandırdığı şarap oldukça zarif yapısıyla etkiledi bizleri. Aslında böyle bir şarap domates ve sebze bazlı klasik Akdeniz usulü balık yemekleriyle veya ızgara ton balığı ile de gidebilir diye düşünmeden edemedim. Yine de karşımıza çıkacak olan “ağır abi” kırmızılar öncesi güzel bir geçiş oldu bizler için.
Gecenin en büyük hayal kırıklığı hiç şüphesiz 2001 rekoltesi Alta 904 Gran Reserva Rioja’nın buşone çıkması oldu. Tüm şaraplar arasında en eski rekolte olduğu için en çok merak ettiğimiz şaraplardan biriydi ancak ne yazık ki bazen tek bir mantar yüzünden böyle hayal kırıklıkları yaşanabiliyor… Yapacak bir şey yok, İspanyol’u bir kenara bırakıp İtalyanlara uzanıyoruz ve önce bir 2005 Castiglion del Bosco Brunello ve ardından Albino Rocca Vigneto Brich Ronchi 2006 Barbaresco geliyor önümüze.
Her iki şarap da oldukça derinlikli ve kompleks yapısıyla ön plana çıktı. Brunello’nun topraksı ve baharatsı notlarına karşılık 4 yıl bottelerde dinlenmiş Barbaresco’nun kuru gül bazlı parfümsü, mürdüm, hafif deri ve entegre fıçı notları zengin bir bütünlük oluşturuyordu.
Bu şarapların yanına gelen yemekler orta-az pişmiş bir düve bonfile ve yanında kuru domatesli zeytinyağlı pilav ve yeşil fasulye oluyor. Bonfile mükemmel pişmiş ancak pilav ve yeşil fasulyenin her biri başlı başına şaheser. Kullanılan malzemelerin kalitesinin önemini özellikle bu tarz sade yemeklerde çok daha iyi farketmek mümkün. Peki bonfile ile hangisi daha iyi uyum sağladı derseniz ikisi de iyi gitti ama çok çok daha iyi giden iki şarap daha var derim. Onlar da artık günün daha ağır topları oldu. 2008 Torres Mas la Plana Carbernet Sauvignon ve Cabernet Franc, Merlot, Cab. Sauvignon kupajından oluşan 2009 Pamukkale L.
Öncelikle söylemem gerekir ki gerek 2008 Torres Mas la Plana gerekse de 2009 Pamukkale L önünde halen uzun yıllar olan şaraplar. Her ikisi de oldukça canlı, gövdeli ve güçlü şaraplar. Fıçı entegrasyonları son derece iyi ve meyvenin ön plana çıktığı uzun bitimleri var. Damakta Pamukkale L daha baharatsı ve atak ancak tanenler Mas la Plana’ya göre daha kadifemsi yapıda. Normalde 2009 Pamukkale L’yi öğlen yaptığımız tadıma koymak istiyorduk ancak şarap tadıma yetişmediği için akşam yemeğinde keyfine varmak istedik. Tahminim tadıma koysaydık sıralamayı değiştirebilirdi, bu şarabı ayrı bir tadımda tekrardan ele almakta fayda var belki de. Yine de böyle bir şarabı böylesine güzel yemekler eşliğinde içmek çok daha büyük bir keyif…
Artık midemizde kalan son yerlere sığdırmayı düşündüğümüz fırında kokoreç ile daha güçlü baharatsı bir yapısı olması nedeniyle 2009 Pamukkale L diğer kırmızılara göre daha iyi gitti ancak yine de ben böyle bir yemeğin yanına kesinlikle off-dry bir Riesling’in yakışacağını düşünüyorum. Bu konuyu başka bir yemekte ayrıca ele almak gerekli sanırım…
7 Mehmet’te geceyi kızarmış badem, hurma ve taze şeftali eşliğinde keçi sütlü dondurma ile tamamlıyoruz. Taze meyve, kuru meyve, kuruyemiş ve dondurma bir arada. Keçi sütünün aroması ağızda adeta patlıyor. Bir 7 Mehmet şaheseri diyebilirim…
7 Mehmet tartışmasız olarak gastronomik bir cennet. Yemeklerin çok iyi olması bir yana, restoran sahibinin ve servis elemanlarının tutumu ve hizmet kalitesi de doğal olarak herkesin restorandan daha da keyif almasını sağlıyor. Ayrıca kendi şaraplarımızı getirmemize onay vermeleri de ayrı bir incelik. Antalyalılar böyle bir restorana sahip oldukları için çok şanslılar…