Geçenlerde ilginç ve keyifli bir Kapadokya seyahatini geride bıraktım ve şarap dünyamız için önemli olan bu güzide bölgemiz için birkaç satır bir şeyler yazmak istedim.
Kapadokya’ya ilk olarak 2000 yılında İspanya’dan gelen arkadaşlarımla gitmiş ve bölgede birkaç gün gezmiştik. O yıllardan bu zamana ne değişti diye soracak olursanız cevabım sanırım son zamanlarda açılan belli başlı butik oteller dışında “hiçbir şey” olacaktır.
Türkiye’de turizme açık şarap bölgeleri içinde gezerken en çok “bağ” gördüğüm (ki hemen hemen hepsi goble stili bağlardı) bölge olan Kapadokya’da üretim yapıp ulusal çapta dağıtım ağı olan 2 üreticimiz var: Turasan ve Kocabağ. Bunlara geçtiğimiz senelerde Kayseri’den Vinolus da katıldı ancak bu gidişimde Vinolus’u gezme fırsatı bulamadım, artık bir başka sefere diyorum…
Kapadokya’ya ilişkin belli başlı gözlemlerimi şöyle sıralayabilirim:
– Emir üzümü her zaman bölgenin en önemli değeri aslında. Gerek Turasan gerekse Kocabağ Emir’den çok güzel şaraplar yapıyorlar, her iki üreticiden de tattığım şaraplar canlı, diri asiditeli, limoni ve turunçgil aromaları baskın ve mineralitesi yüksek şaraplardı. Kısacası Emir’di işte… Bu üzüme sahip çıkmak ve geliştirip daha da iyi yerlere getirmek şart…
– Nasıl ve nereden çıkmış bilmiyorum ama bölgedeki üreticilerde tadım yaparken her nasılsa tadım kadehi yerine grappa veya likör kadehi diyebileceğim tarzda küçük kadehler kullanılıyor. “Neden?” diye sormak istiyorum aslında… Bu kadehler çok küçük olduğundan tattığımız şarapların aromalarını fazla alamadığımız gibi şaraplar doğru tadım ölçüsünde de olamıyor maalesef. Bu uygulamanın bir tek burada geçerli olduğunu da söylemeliyim aslında. Şaraphanelerin şaraplarını doğru bir şekilde tanıtmaları için doğru tadım kadehi kullanmalarında fayda var kanımca.
– Turasan’ı ziyaret ettiğimde tıpkı daha önce Suvla ziyaretimde olduğu gibi grup olmadan şaraphaneyi gezemeyeceğim bilgisi verildi. Bu konuyu blogumda daha önce de yazdım gene yazayım. Şaraphane gezisi için illa ki 15 – 20 kişilik gruplara ihtiyacınız yoktur. Günün belli saatlerini buna ayırırsınız, hatta isterseniz kişi başı makul bir ücret de koyarsınız, katılımcı varsa katılır ve şaraplarınız hakkında daha fazla şey öğrenir. Bu dediğim tabi ki şaraphanenizi gerçekten gezdirmek ve tanıtmak istiyorsanız geçerli…
– Kocabağ’da ise tadımlarda iki kadehten fazla tadım yapılmadığı yönünde bir bilgi verildi. İlk önce bunun üreticinin belirlediği maksimum tadım limiti olduğunu düşündüm fakat daha sonradan mağazadaki yetkili normal şartlarda bir kişinin günde en fazla iki kadeh şarap tadabileceği ve ikiden fazla şarap tadılırsa “ağız tadının bozulabileceği” yönündeki telkiniyle karşılaştım. Üçüncü bir şarap daha tatmak istediğimde ise “sırf tatmış olmak için tadacaksanız buyurun tadın” tepkisi ayrı bir dumur oldu…
– Yine de Kalecik Karası’ndan yapılmış olan Kocabağ 2013 Velvet Roze bakırımsı rengi ve müthiş meyvemsi aromatik ve tazeleyici yapısı ile çok iyi bir rozeydi diyebilirim… Bulursanız kaçırmayın derim…
– Ürgüp’te “Ehlikeyf” restoran fena değil. Çoğunlukla klasik bilindik Türk yemekleri tadında bir menüsü olsa da malzemelerinin taze ve kaliteli oluşunu beğendim. Kayseri mantısında mantıyı tam istediğim gibi diri pişirmiş olmaları ise gönlümü fethetti…
– Uçhisar’da “Şıra Hotel”in muhteşem bir Kapadokya manzarasına sahip restoranı, bölgedeki en üst segment restoranlardan biri. Fiyatlar İstanbul ayarında olsa da (ki şarap fiyatlarının daha düşük olmasını beklerdim açıkçası) yemekler gayet leziz, servis yerinde ve manzara dediğim gibi şahane… Burada uzun zamandır içmediğim bir şarap olan Vinolus Syrah 2010 içtim. Kendinden beklenen meyvemsi ve baharatsı yapıyı güzel yansıtan zarif bir şarap…
– Kapadokya’nın son zamanlardaki efsane şaraplarından biri de Argos Hotel’in kendi bağlarında hasat edilip Turasan’da üretilen Argos Syrah… 2010 rekoltesi madalya canavarı olmuş bu güzide şarabı Argos Hotel dışında bulmak neredeyse imkânsız gibi bir şey. Ben de hazır gitmişken şarabı alıp tatma fırsatı buldum. Şarap gerek burunda gerekse damakta kompleks bir yapıda. Yoğun kara orman meyvelerini hafif çikolata ve bitimi domine eden baharatsı takip ediyor. Oldukça keyifli karanfil, muskat cevizi, karabiber notları var. Uzun, keyifli bir bitime sahip şarabın asiditesi de çok iyi. Tanenler kadifemsi kıvamda. Sadece biraz alkol sorunu var, %14,5 alkol bitimde biraz yakıcı haliyle dengeyi hafiften sarsıyor olsa da genel itibariyle oldukça iyi bir şarap.
– Kapadokya’da karşılaştığım en ilginç sürprizlerden birisi Avanos’ta ziyaret ettiğim bir şarap evinde bulduğum papazkarası şarabı oldu. 2010 rekoltesi şarabın adı Kanlıca, üreticisi ise bölgede faaliyet gösteren Yalın Şarapçılık. Kapadokya bölgesinde eskiden daha çok papazkarası varmış ancak artık çok az bağ kaldığını öğrendim. Bu şaraba ilişkin bağların Hacıbektaş’a bağlı Köşektaş köyü civarlarında olduğunu öğrendim sonradan.
– Bölgede daha önce gitmediğim Mustafapaşa ve Ihlara Vadisi’ne de bir gezi yaptık. Mustafapaşa’daki evler inanılmaz güzellikte diyebilirim. Normal şartlarda böylesine özgün bir coğrafyada üstelik birbirine yakın mesafelerdeki bu kasabaların her birinin gastro-turizm açısından belli bir değerinin olması gerekir. Aklıma hemen Fransa – Luberon bölgesine yaptığım seyahat geliyor ki orada da köyler ve kasabalar arasındaki mesafeler yakın ve her köyün kendine ait bir değeri vardı (bir şarap üreticisi, bir müze, bir restoran veya cafe ve hatta belirli günlerde kurulan köy pazarları vs). Tabi bu yönde bir turizm politikası olursa bunlar gerçekleşebilecek unsurlar aksi takdirde klasik olarak turistler gelirler ve hiçbir özelliği olmayan restoranlarda yemek yiyip, gastronomik açıdan (ve doğal olarak şaraplarımız açısından) herhangi bir kazanım olmadan geri dönerler.
– Kapadokya’da her ne kadar turistlere bölgenin şarabı meşhur vs dense de şarap adına neredeyse hiçbir şey yok demek sanırım abartı olmaz. Üretici sayısı zaten bir elin parmağını geçmiyor. Tadım yeri bir tek Kocabağ ve Turasan’da var ki o da Ürgüp’le sınırlı. Uçhisar’da açılan 1-2 yer dışında başka da bir yer yok diyebilirim. Göreme bu konuda tam anlamıyla felaket bana göre. 1980 model turizm anlayışının egemen olduğu Göreme’de birayı bile sıcak servis ediyorlar ki bu konuda daha fazla yorum yapmak gereksiz sanırım…
– Son olarak eklemek gerekir ki güzel bir Kapadokya gezisi “balon turu” olmadan bitirilmemeli. Muhteşem ötesi bu doğayı havadan gün doğumunda izlemenin keyfi bir başka güzellikte. Ortalama 1000 metre yüksekliğe ulaşan balonlardan Kapadokya bölgesindeki çoğunlukla ufak parsellere dağılmış olan goble stildeki yüzlerce dönüm bağ arazisini seyretmek ayrı bir keyif…
Genel olarak söylemek gerekir ki Kapadokya’yı bir gastro-turizm destinasyonu olarak değerlendirmek için her yerde olduğu gibi öncelikle yöresel bir hareketlilik-olgu-oluşum (artık adını ne koyarsanız) olması gerekiyor. Ancak benim gördüğüm kadarıyla bölgedekiler, kitle turizminin varlığını fazlasıyla özümsemiş olmakla beraber maalesef artık tarihin karanlık çağlarında kalmış turizm yapısını ve anlayışını bizlere sunmayı tercih ediyorlar…
Bence Türk turizminin önündeki en büyük engel sığlığımız. Yaklaşık 1 yıldır aktif olarak turizmin içindeyim. Her şey dahil sisteminin yarattığı olumsuz yapılanma tüm turizmi sarıyor gibi. Bunun dışına biraz Ege ve İstanbul çıkıyor gibi. Bunların dışında her şey tekdüze.
Kapadokya’ya en son 2013 Yazında gitmiştim. Şarapla ilgili en ilgimi çeken konu kendilerine olan aşırı özgüvenleri. Yaptıkları yanlışların bile doğru olduğunu düşünerek şarap sunumu yapmaya çalışıyorlar.
Mustafa Bey aynen katılıyorum. Dört tarafı bağlarla çevrili ve tarih boyunca şarap üretilmiş bir bölgede bu kadar özensiz ve yanlış şarap sunumu, tanıtımı ve satışı yapılması ne kadar üzücü… kaldı ki mesele sadece şarap değil elbette, buradaki turizm anlayışı her şey dahile oldukça uzak olmasına rağmen her bir işletme tıpkı her şey dahil sistemindeki gibi özensiz ve kalitesiz bir hizmet sunuyor..