Köken tartışmalarına girmeden duruma bakacak olursak, komşuya gidenler iyi bilir ki Yunanistan’da da ciddi ciddi döner yapılır ve yenir, adına da “Gyros” denir… Hatta “musakka”, “cacık” (tzatziki), yaprak sarması (dolmades) da vardır… Hatta ve hatta bildiğiniz simit ve kebap da (souvlaki) vardır. Dahası “ouzo” da bizim “rakı”dan hallicedir ve bunu herkes severek tüketir…
Piemonte’ye gitmeden ve ayaklarım Torino’ya konmadan hemen önce Selanik ve Atina’daydım. Üniversite yıllarımda yaptığım interrailler boyunca Selanik tren istasyonundan birkaç defa geçmiş ancak şehri gezme fırsatı bulamamıştım. Atina’yı ise birkaç kez gezmiş, özellikle bundan 2 yıl önce gezdiğimde bu bloğu takip edenlerin de bildiği Brettos ve Ariston gibi “içmeye ve yemeye” adanmış 2 harika yer keşfetmiştim.
Yunanistan’da gezeceğimi duyan arkadaşlarımdan biri “hayırdır niye Yunanistan?” diye sordu geçenlerde. Cevabım çok basitti “adam gibi ucuza yemek ve içmek için gidiyorum”… Bu yazıyı bundan sonra takip edenlere şimdiden ve hiç vakit kaybetmeden Yunanistan’ın herhangi bir yerine ucuz bilet bakmalarını ve ilk fırsatta “adam gibi ucuza yeme – içmeye gitmelerini” öneriyorum…
Selanik’ten başlıyoruz geziye; Ege’nin kuzeyindeki bu şehir garip ama gerçek bir şekilde İzmir’e benziyor. İzmir’den tek farkı sanırım tam anlamıyla bir “Karşıyaka”sı olmaması. Ama buna rağmen aynı denize bakan benzer sahil şeridi ve kordon boyuyla birbirine kardeş iki şehir sanki Selanik ve İzmir. Yemek için Selanik’teki esas meydanlardan birisi olan “Aristoteles Meydanı’na” yakın tavernaların bulunduğu yer ile Liman tarafına yakın “Ladadika” bölgesini seçiyoruz. Amacımız mümkün olduğunca yukarda yazdığım yemekleri ve daha fazlasını denemek, tatmak ve keşfetmek.
Akşam yemeği için Ladadika bölgesini seçiyoruz. Burası Selanik’in en nezih yerlerinden birisi. Onlarca restoran, bar, taverna sıra sıra dizilmiş. Kimisi fazla modern, kimisi tarihi dokusunu korumuş. Restoranların ve tavernaların hemen hepsinin menüsüne göz atıp, menüde en çok deniz mahsullü meze çeşidine yer vermesi sebebiyle tarihi dokusunu koruyanlardan birine, “1901”e gitmeye karar veriyoruz.
Bu arada araya girip şunu belirtmem gerek ki – önceki yıllarda var mıydı yok muydu hatırlamıyorum – çok ilginç ve aynı zamanda çok güzel bir şey dikkatimi çekiyor. Tüm restoranların menüsünde “dondurulmuş ürünler” bir yıldızla belirtilmiş durumda ve müşterinin dikkatine sunuluyor. Örneğin bazı restoranlarda kalamar dondurulmuşken, bir diğerinde karides karşımıza çıkıyor. Benim için hal ve vaziyet “Varan 1” olma durumunda. Demek ki restoranlarda bir yemeğin dondurulmuş üründen yapıldığını açıkça belirtmek pekâlâ mümkünmüş, müşteriyi (yani tüketiciyi) “enayi” yerine koymadan menü hazırlanabiliyormuş. Aynı özeni bizdeki restoranlarda ne kadar bulabiliriz, orası benim için meçhul.
Menüde önce Türkiye’de de karşımıza çıkabilecek mezelerden istiyoruz ki Yunan versiyonları nasılmış bir anlayalım bakalım. Cacık (tzatziki) bizimki gibi sulu veya bazı kebapçılarda olduğu gibi tam süzme yoğurtla yapılmıyor. Buradaki cacık daha kremamsı bir dokuya sahip ve salatalık ince ince jülyen biçiminde doğranmış. Gittiğimiz tüm restoranlarda cacık denedik ve ilginç bir şekilde yediğimiz cacıkların hepsinin farklı olduğunu gördük. Çoğunda yoğurt farkı vardı. Kimisi zeytinyağını daha iyi kullanmış, kimisi ise çok hafif sarımsak kullanmıştı. Ancak belirtmek gerekir ki Yunanlılar kendi stillerinde “tzatziki”yi iyi yapıyorlar. Bu arada Yunanlılar meze haricinde “tzatziki”yi Gyros’ta yani dönerde sos olarak kullanıyorlar ve bence bu oldukça lezzetli oluyor.
Cacığın yanında meze olarak hafif acılı domatesli patlıcan, feta peyniri, midyeli pilav, zeytin ezmesi ve füme uskumru istiyoruz. Bizdeki midye dolmaya göre bol pilav üzerinde bir tabakta servis ediliyor midyeli pilav, füme uskumruyu ise çok beğenmiyoruz. Acılı domatesli patlıcan, kalamata zeytin ezmesi harika. Bunun yanında tam yağlı bir feta geliyor önümüze. Bazıları Feta ile Ezine peynirini karşılaştırmayı denerler, bence yersiz zira dokuları farklı iki peynir bunlar. Ama Yunanistan’da ‘feta’nın servis edilme şekli (üzerine hafif zeytinyağı dökülerek ve biraz kuru mercanköşk (oregano) eklenerek) bence bizde de denenmeli. Bu mezelerle “Barbayannis” ouzo içmeyi tercih ediyoruz. Alkolü temiz, anasonu baskın olmayan bir yapıda bir ouzo bu seçtiğimiz. 20 CC’lik şişelerde geliyor ouzo ve şişe bize fazla dayanmıyor tabi, kısa bir süre sonra arkadan bir ouzo daha getirtiyoruz.
Ara sıcak olarak da ahtapot ızgara ve kalamar şiş alıyoruz. Ahtapot ızgara tam istediğim gibi ne yumuşak ne sert, tam dişe gelir nitelikte olmuş. Kalamar da keza öyle. Yemek olarak bir yandan Yunan usulü “musakka” denerken diğer yandan sardalya ızgara istiyoruz. Musakkayı bizdekinden farklı yapıyor Yunanlılar. Tabana patatesi yapıp fırında yapıyorlar ve üzerine beşamel sos koyuyorlar. İtiraf etmek gerekir ki, çok iyi yapılmış bir musakka bu. 2 yıl kadar önce Atina’ya yaptığım ziyarette de musakkayı bir esnaf lokantasında denemiş ve bayılmıştım. Hemen belirtmemde fayda var, porsiyonlar o kadar büyük geliyor ki, bazı tabakları zor bitiriyoruz 4 kişi. İkinci Ouzo’yu da devirince artık bu kadar anason yeter deyip bir başka Yunan spesiyaline, reçineli şaraba yani Retsina’ya geçiyoruz.
Decanter’dan bronz madalya almış bir Retsina seçiyorum (Kehribari), üç otuz paraya. Üç otuz lafın gelişi değil, gerçekten 3,30 Euro’ya satılıyor bu şarap restoranda. Hani bizde ayda yılda bir karşımıza çıkabilecek 10 -15 TL bandında satılan şarapları 50 -60 TL’ye satarlar ya, “bu Yunanlılar bu fiyatlarla tabi ki ekonomik krize girer” dedirtiyor insana. Retsinalar genelde 50lik şişede satılan şaraplar ve asiditesi yüksek. Çam reçinesi katkılı olduğundan oldukça hoş bir reçine kokusu ve geriden limoni notların hissedildiği bir şarap bu.
Şarap da bitti ortam şenlik havasında derken hesabı istiyoruz. Kişi başı 20 Euro’dan 80 Euro hesap ödüyoruz. Üstelik Yunanistan’da KDV oranı %23 ve bu hesaba dahil !!! Bu da benim için “Varan 2” oluyor doğal olarak.
Ertesi gün öğle yemeğinde yukarıda yazdığım Aristoteles meydanına yakın şirin tavernalardan birine oturuyoruz. Akşam söylediklerimize benzer nitelikte yine cacık ve yaprak sarması istiyoruz. Sarma oldukça lezzetli ve cacık da akşamkinden daha iyi gibi. Sarma kuru değil ve yapraklar sıkı sarılmamış. Bu arada menüde yine dondurulmuş ürünler nazikçe gösterilmiş, anlaşılan o ki bu bir gelenek halini almış Yunanistan’da. Özellikle Fransa’da gördüğüm ve hoşuma giden bir uygulama olarak bu restoranda şarabı 1 litrelik, yarım litrelik veya çeyrek olarak sürahide alabiliyorsunuz. Sürahide 1 litre şarap ne kadar derseniz, sıkı durun, litre başına 1 Euro alıyorlar! Yani hesapta yazan rakam “1” (yazı ile bir). Bundan ötesini Fransa’da Normandiya bölgesinde geçen yıl bir kasabaya yaptığım bir ziyarette görmüştüm. Orada restoranda açık büfe yemek vardı ve masalarda bu kez şişe ile şarap vardı ve şaraplar bedavaydı. Yani sadece açık büfe yemeğe para veriyordunuz (10 Euro). Neyse uzatmayalım, bizde olması imkânsız görünen meseleler bunlar nasılsa… Yemek olarak ise yoğurtlu ve domatesli köfte ile sade köfte istiyoruz. Her ikisi de leziz, domatesli-yoğurtlu köfte bana göre daha da leziz… Efendim Selanik’te öğle yemeğinde yediğimiz restorandan da 4 kişi (1 litre şarap dahil) 35 Euro’ya ayrılıyoruz iyi mi?
Selanik’ten ayrılıp Atina’ya geçiyoruz. Atina’da ilk durak tabi ki “Brettos”… 2 yıl sonra tekrardan kaldığım yerden devam ediyorum. Önce kendime bir limoncello söylüyorum ve limoncellonun keyfini çıkarmaya çalışıyorum. Buranın bendeki önemi büyük; zira hayallerimin mekanlarından birisidir Brettos. İçmek, içmek ve içmek için dünyadaki en ideal mekanlardan biridir. Brettos’un likörlerine doyum olmaz ama benim menüde yer alan onlarca çeşit Yunan şarabından en azından bir bölümünü keşfetmem lazım.
Brettos’ta menüde yer alan şarapların çoğunu (yarından fazlası diyebiliriz) kadeh olarak da içebiliyorsunuz. Bu açıdan çok iyi bir durum, ayrıca şaraplar mekanda satışa da sunulmuş durumda ve beğendiğiniz ya da merak ettiğiniz şarabı satın alabiliyorsunuz.
Beyazlarda Alpha Estates Sauvignon Blanc 2011 ve birkaç ay fıçıda dinlenmiş Assyrtiko Nikteri 2009 Santorini’ye bayıldım diyebilirim. Yine beyazlardan Domaine evharis’in 2009 Syrah’sı ilginçti. Her daim kırmızı olarak karşıma çıkan Syrah (ara sıra roze istinası dışında) bu kez beyaz olarak karşıma çıkmıştı. Açıkça söylemem gerekir ki baharatsı ve kompleks yapısıyla Syrah’nın kırmızı halini daha çok tercih ediyorum.
Kırmızılarda ise Gaia’nın Agiorgitiko 2009’u kalbimi çaldı diyebilirim. Daha sonradan sevgili arkadaşım Vinografi Umut Özdemir sayesinde muazzam iki şişe Xinomavra keşfettim Alpha’nın 90 yıllık bağlarından. Üstelik bu şaraplar 2007 ve 2008 rekoltesi ve Robert Parker’dan 92 – 93 puan almış olmalarına rağmen sadece 15 – 16 Euro seviyelerinde !
Bu gidişimde daha fazla çeşidini tattığım Yunan şaraplarını gerçekten beğendim. Bana göre kalite – fiyat dengesi açısından oldukça iyi şaraplar. Blogumda daha önce yazdığım tanıtım faaliyetleri ve krize bağlı olarak şarapçılığın dünyaya tanıtılması sayesinde ilerde Yunan şarapları hakkında daha çok şey duyacağımızdan eminim.
Atina’ya gidip Monastraki’ye uğramamak olmaz. Monastraki demek benim için Gryos (döner) demektir. Burada Atina’nın en eski restoranı Bayraktaris’e uğrayıp öğle yemeğinde döner ve Pastitsio istiyoruz. Bunların yanında cacık tabi ki de yerini alıyor. Döneri tabak olarak istiyoruz. Abartısız söylüyorum, bizde porsiyon niyetine tabağa yaydıkları döneri toplayın şöyle 4 ya da 5 ile çarpın o kadar büyük porsiyonda geliyor Gyros. Döner domuz kıymasından veya dana kıymasından yapılıyor. Porsiyon fiyatı 9 – 9,5 Euro civarında ve doyurucu olmanın da ötesinde.
Bayraktaris’te her zaman olduğu gibi yine cacık söylüyoruz ancak cacık bir türlü gelmek bilmiyor. Sonra garsonlardan birine tekrardan cacığı hatırlatıyoruz ve nihayet cacık masamıza buyur ediyor ama yanlışlıkla cacık için fazladan hesap kesiyorlar. Halbuki ilk verdiğimiz siparişin hesabına cacık dâhildi. Garsonu hemen uyarıyoruz, garson mekanın sahiplerinden olan (bunu her yerde ünlülerle çekilmiş olan fotoğraflarından anlıyoruz) yetkiliye durumu bildiriyor. Adam hemen masamıza gelip cacık için ekstradan kesilen fişi alıyor, “çok özür dilerim karışıklık olmuş” diyor. Ben sorun değil diyorum adam ısrarla özür dilemeye devam ediyor. Yetmiyor, iki dakika geçmeden masamızda bir porsiyon suvlaki beliriveriyor. Halbuki suvlakiyi biz sipariş etmemiştik ancak adamlar cacık için yanlışlıkla fazladan kestikleri hesap için özür niyetine 10 Euroluk suvlaki tabağını önümüze koyuyorlar. İşte budur dedirtecek cinsten iyi bir restoran davranışı. Restoranda ikramlar bununla da bitmiyor, suvlakinin ardından bizlere birer kadeh ouzo ikram ediliyor. Yorumsuz hayranlıkla takip ediyoruz ikramları ve Atina’ya her gelişimde burada yemek yemekle ne iyi ettiğimi düşünüyorum.
Müşteriyi kazıklamaya yönelik hareketler yok, güler yüzlü ve misafirperver restoran çalışanları dolu çoğu restoranda. Atina’nın eski Osmanlı mahallesi Plaka’da elbetteki aşırı turistik, tatsız tutsuz yemeklerin yendiği yerler vardır ancak şunu belirtmekte fayda var Bayraktaris gibi 19. Yüzyıldan beri bu işi yapan yerlerin yüzyıldan fazla süredir bu işi yapmalarının tek sebebi var o da “müşteri memnuniyeti”.
Son olarak Ariston’dan bahsetmeden geçemem… Benim için Atina’nın gözbebeği… Atina’ya giden herkese şiddetle tavsiye edebileceğim nadide yer. Tanesi 1,90 Euro’ya muhteşem börekler (pie tipi) yiyebileceğiniz mekan burası. Daha fazla çeşit için sabah gitmekte fayda var…
Yunanistan ekonomik krizde olabilir ancak yeme-içme kültürü krize rağmen ayakta ve yukarda da bahsettiğim gibi iyi kalite ve lezzetli ürünleri, oldukça uygun fiyatlara üstelik güzel ortamlarda bulabileceğiniz bir ülke…