Geçenlerde Piemonte bölgesinde eşimle beraber 4-5 gün kadar vakit geçirme fırsatı bulduk. Esas hedefim tabi ki Barolo ve Barbaresco bağlarıydı. Bağların yanında bölgeye has gastronomik lezzetler ve yine bu bölgede üretilen artizanal biraları da bulup keşfetmek de boynumuzun borcuydu…
En sonda yazacağımı en başta yazayım, kalbimin bir bölümünü Piemonte’de bıraktım diyebilirim. Piemonte benim gibi yemeğe ve şaraba meraklı bir insan için gerçek bir maden. İtalya’nın farklı bölgelerinde de görülebilecek tepeler üzerine kurulmuş şipşirin ortaçağ köyleri, enfes bağ manzaraları bir yana, bu coğrafyada yemek ve şarap kültürüne verilen önem, bu kültür için insanların örgütlenmesi, yerel üretimi ve üreticileri desteklemesi ve bunu olanca misafirperverlik, coşku ve tutkuyla yapması oldukça etkileyici.
Söz konusu yemek ve şarap kültürü olunca bazı şeyler benim için ayrı bir önem taşıyor. Öncelikle gittiğim yerlerde insanların yemeğe ve şaraba verdikleri önemi tartmaya ve anlamaya çalışıyorum. Piemonte’de gördüğüm, bunun artık bu bölgenin hemen her yerinde tamamen bir yaşam biçimi haline gelmiş olmasıydı. Buradan yola çıkarak Slow Food akımının merkezinin Piemonte’nin göbeğindeki Bra şehrinde olmasına şaşırmadım.
Barolo’da “Barale Fratelli”, “Bartolo Mascarello” ve “GD Vajra”yı ziyaret ettik. Barbaresco’da ise “Albino Rocca” ile “Sottimano”da bulunduk. Bunun haricinde her iki bölgenin belli başlı önde gelen diğer üreticilerinin de şaraplarını tatma fırsatı bulduk. Barbera’nın yüksek asiditesi, Dolcetto’nun hafif ve meyvemsi yapısı, Nebbiolo’nun muazzam kompleksitesinin yanında beni esas etkileyen yerel üzümler Freisa ve Cortese oldu diyebilirim. Tüm üreticilerin oldukça cömert tadımlar yaptırmaları bizi çok mutlu etti, öyle ki Albino Rocca, şaraphanelerini ziyaret eden ilk Türk misafirlerinin şerefine bize 13 şişe şarap tattırarak bu alanda bir rekora sahip oldu 🙂
Çoğu üreticiler Türkiye’den gelmiş olmamıza çok sevindiler ve Türkiye’de şarap pazarını takip ettiklerini ve şaraplarını ithal etmek isteyen firmalar aradıklarını dile getirdiler. Üreticilerin tamamının ürettikleri şarabın yarıdan fazlasını ihraç ettiklerini belirtmek gerek bu arada. Kaldı ki bu üreticilerin hepsi aile işletmeleri ve çok yüksek hacimli üretim yapmıyorlar. Buna rağmen son dönemde iç pazardaki daralmaya da bağlı olarak satış ve pazarlama stratejilerinin çoğunu dış pazara yöneltmiş durumdalar.
Bölgede hoşuma giden şeylerden birisi Toscana’nın aksine aşırı turist kalabalıklarının olmayışıydı. Kasabalar ve köyler sessiz ve sakin, şaraphaneler rahat gezilebilecek durumda. Gelen misafirlerin bir kısmı profesyonel tadımcılar ve ithalatçılar.
Bölgenin en önemli gastronomik olgusu “tajarin” ve tabi ki “trüf mantarı” diyebiliriz. Alba’nın meşhur “beyaz trüf” mantarı Ekim – Kasım döneminde oluşuyor. İçinde bulunduğumuz dönemde ise siyah trüf mantarı sofralardaki yerini alıyor. Alba’daki mantar mağazalarından birinde beyaz trüfün kilosunun geçen sene 4500 Euro’ya satıldığını öğreniyoruz.
Tajarin ise “taglierini” de denilen bir çeşit makarna türü. Tipi daha çok Linguine’yi anımsatıyor. Alba’da ilk denememde siyah trüf mantarıyla beraber yedim, sonrasında da klasik “ragu” (bolognaise) sos ile denedim. Gerek trüfle gerekse de ragu sosla çok yakışıyor. Tercihimi sorarsanız, trüften yana kullanırım…
Bölgeye özgü ilginç antipasti (başlangıç) yemekleri de var. Bunlardan birinde, çiğ ve pişmiş balık, önceden pişirilmiş şinitzel, yumurta, çeşitli sebzeleri sirkede bekletip ardından geniş bir tabakta servis ediyorlar. Herhangi bir yemeği önce pişirip sonradan turşusunu yapmak fikri gerçekten çok ilginç. Yemesi herkes için kolay olmayabilir ancak yine de denemenizi tavsiye ederim. Bu yemeği hem Alba’daki “Osteria dei Signatori”de hem de Barbaresco’daki Michelin 1 yıldızlı “Antine Ristorante”de yedim. Antine’de tabağa ayrıca tatlı bir sos da dokundurmuştu şef bu şekilde biraz daha rahat yenilebilir hale geliyordu. Ancak yemeğin saf hali “Osteria dei Signatori”deydi diyebilirim.
Bir diğer antipasti ise “carne cruda” yani “çiğ et”. Fransızların “tartare de boeuf” olarak da yaptıkları bu yemeği bana göre Piemonte’de Fransızlardan daha iyi yapıyorlar. Alba usulü hazırlanan “carne cruda”da etin üzerine çiğ yumurta eklenmiyor. Hafif sarımsak ve zeytinyağı ile marine edilen ve oldukça ince kıyılmış ette dananın kalça kısmı kullanılıyor. Üzerine hafif asidite vermesi için limon suyu da ekleniyor ve tuz, karabiberle karıştırılarak servis ediliyor. Beyaz trüf zamanı bu yemeğin üzerine beyaz trüf mantarı ekleniyor ve yemek üst bir boyuta ulaşıyor…
Bölgeye özgü bir başka yemek ise “Cherasco” kasabasının “salyangozları”. Salyangozu kabuğundan çıkartmış olarak yapıyorlar. Salyangozu Michelin 1 yıldızlı “Antine”de denedim ve oldukça beğendim. Tereyağında ve üzerine peynir ve beşamel sos da konarak fırında yapılmıştı.
Alba – Barolo ve Barbaresco hattında kaldığımız yer ise Alba’dan 10 dakika uzaklıkta bir çiftlik evi oldu (Cascina Giardini). İnanılmaz misafirperver bir ailenin sahibi olduğu bu çiftlik evine daha ilk vardığımız dakikada evin tüm idari işlerini yürüten ve aslen bir önolog olan Andrea’nın odalarımıza bile yerleşmeden bize kendi bağlarından ürettikleri Nebbiolo şarabından tattırması nasıl bir gezi yapacağımız hakkında bize yeteri kadar fikir verdi. Bunun dışında çiftliğin bahçesindeki fındık, elma ve armut ağaçları, Andrea’nın annesinin her sabah yaptığı kekler ve kurabiyeler, sabah kahvaltısındaki enfes Mortadella salamı ve yöresel peynirler, Andrea’nın her akşam çiftliğe dönüşümüzde bize kendi yaptığı ev yapımı grappalardan ikram etmesi (bu arada mürdüm erikli grappa harikaydı) tüm gezinin en keyifli anlarındandı ve bize gerçek Akdeniz misafirperverliğini yaşattı.
Şarap üreticilerinin çoğunun kullandığı geleneksel üretim teknikleri, onlarca yıllık bağlar ve Bartolo Mascarello’nun şarapta yereli ve geleneği korumacı kişiliği, hemen her üreticinin bizlere bölgenin kendine özgü gastronomik zenginliklerini anlatması, Alba halkının fazla apartman dikiliyor diye UNESCO’ya başvuruda bulunmuş olması ve tabi ki önümüzdeki birkaç gün içinde ayrıca bahsetmeyi düşündüğüm Torino’da gördüğümüz “Eataly” market-restoran konsepti… Tüm bunlar ve kısa zamanda yaşadıklarımız sanırım benim için bu bölgeye aşkımı ilan etmem için yeter de artar bile…