En son Urla’yı ve çevresini anlatıyordum, kaldığımız yerden devam edelim…
Carlo Petrini’yi bilenler bilir, Slow Food devriminin öncüsü olan Petrini doğal tarımı ve yerel ürünleri teşvik eden bir aktivist aynı zamanda… Bana Petrini’yi Türkiye’de kim temsil ediyor diye sorsalar sanırım ilk vereceğim cevaplardan biri Urlice’nin sahipleri Reha ve Bilge Öğünlü olurdu…
Amerika’da yaşarken şarap işine girmeyi kafalarına koyup bu işi Türkiye’de yapmak isteyen “çılgınlardan” biri Reha Bey ve Bilge Hanım. Reha Bey doğup büyüdüğü ve iyi bildiği bölge olan Ege ve İzmir çevresini bu iş için yatırım olarak düşünmüş ve sanırım bölgedeki en güzel yer olan Urla’da karar kılmışlar ve bence iyi de etmişler.
Bağların bulunduğu konum ve ortam ile taş bağ evi ve yer altındaki ufak mahzeni ile bana Avrupa’daki ufak köylerde bulunan tipik butik üreticileri anımsatıyor Urlice. Toplamda 40 dönüm kadar bağ alanında Cabernet Sauvignon, Merlot, Syrah ve Chardonnay bağları bulunmakta. Bağlarda daha çok “doğal tarım” modeline uygun olarak sadece belli miktar kükürt kullanılıyor ve bunun dışında bir ilaçlama yapılmıyor. Bağların ve çevrenin doğal yapısı da bu anlamda korunmaya çalışılıyor. Bu bir anlamda biyodinamik tarım modeline de yakın bir anlayış elbette. Tipik biyodimaniik bağcılık ritüelleri kullanılmasa da bağ ve doğa etkileşimini en doğal düzeyde tutmaya çalışarak sistemin kendini çevirmesi hedefleniyor.
Urlice’de bulunduğumuz süre içinde bir yandan bağlar ve şaraplar hakkında Reha Bey’le sohbet ederken, öte yandan Bilge Hanım bize Urlice’nin meşhur pizzasından hazırlayıp getiriyor. Amerika’da yaşadıkları yıllarda gastronomiye merak salan ve bu alanda kendilerini geliştiren bir çift Reha Bey ve Bilge Hanım. Sohbetin bazı yerlerinde karşılıklı olarak Mario Battali’yi ve meşhur domuz salamlarını andıktan sonra İstanbul’da birçok pizza yaptığını sanan restoranı getirip gösterebileceğim lezzette bir pizza yiyoruz Bilge Hanım’ın ellerinden. Bu arada, önden fıçıdan 2011 Chardonnay tadıyoruz. Fıçı entegrasyonu iyi, aromatik karakterleri Chardonnay’i keyifle yansıtan güzel bir şarap olma yolunda ilerliyor Urlice Chardonnay 2011. Öte yandan pizza ile enfes gittiğine inandığım şarapsa Urlice Clairet 2011 Roze. Güzel bir nar kırmızısı renge sahip şarabın canlı ve tazeleyici yapısı, belirgin asiditesi ve kırmızı meyve, çilek ve gül ağırlıklı aromatik karakterleri çok hoş. Bana göre geçen seneki 2010 rekoltesine göre çok çok daha ileride iyi bir roze.
Sohbet sohbeti açıyor ve Reha Bey’in müzik hayatını da bir yandan dinliyoruz. Benim gibi üniversite yıllarını müzikle içiçe geçirmiş biri için sabaha kadar muhabbet edilebilecek bir ortam Urlice aslında. Bir yandan gastronomi, diğer yandan şarap, üstüne de müzik derken bol tadım eşliğinde sürüyor muhabbet. Şarap üreticilerinin kendileri ile sohbet etmeyi bu açıdan çok seviyorum. Zira her üreticinin ve şaraphane sahibinin bir nevi “şaraptan önce ve şaraptan sonra” tarzı bir hayatı var. Herkesin kendine göre başka başka deneyimleri var bu yolda ve Reha Bey de bu anlamda sanırım en “doğal” tarzı seçenlerden biri olmuş.
Urlice’deki favori şarabım şaraphaneyi ziyaret edene kadar 2009 Cabernet Sauvignon’du. Ancak tadımlarımız sırasında yine aynı yılın rekoltesinden Cabernet Sauvignon – Syrah’yı da favorilerim arasına anında ekledim. Güçlü, kompleks ve “erkeksi” şarap severler için sağlam bir referans noktası oluşturabilecek bir şarap bu. Alkol biraz yüksek olmasına rağmen meyvelerin güçlü konsantre yapısı ve kupajın alkol ve fıçı altında ezilmemesi ortaya ciddi potansiyeli olan bir şarap çıkarmış. 2009 Cabernet Sauvignon’a alternatif iyi bir yemek eşlikçisi kırmızı olarak 2009 Cabernet Sauvignon – Syrah’yı şiddetle öneririm.
Urlice’ye yaptığımız ziyaret sırasında şaraphaneye başka ziyaretçilerin de gelmesi beni çok mutlu etti. Demek ki bundan önceki yazımda da belirttiğim üzere Urla ve çevresi bu iş için ciddi potansiyel arz etmekte. Umarım bu durum artarak devam eder…
Bu tip gezilerde “doğal olarak” bana en zor gelen şeylerden birisi şaraphaneden ayrılmak zorunda kalmak… Hele ki ortam Urlice’deki gibiyse…