Türkiye’nin en soğuk bağları ve “garaj” konseptiyle üretilen şaraplar…

Geçen hafta Cumartesi günü yaptığımız blogger toplantısının ardından, sanki şaraba doymamışız gibi Pazar gününü de Keyif Notlarından sevgili Ahmet Gök ve eşinin de katıldığı harika bir bağ gezisi ile geçirdik…

“Balkanlardan gelen soğuk hava” sözünü hemen herkes duymuştur sanırım… Hava durumunu anlatan sunucuların bu klişe lafı aslında ciddi bir gerçeklik taşıyor ki bunu bizzat Ekim ortasında sevgili Mustafa Çamlıca’nın Istranca eteklerindeki bağlarını gezerken yaşadık …

Bilenler bilir… Mustafa Çamlıca Türkiye’nin önemli şarap yatırımcıları arasında olmakla birlikte şarap dünyasının duayenlerinden birisidir aynı zamanda. Ernst & Young Türkiye’nin başında olmasının yanında Trakya’da çiftçilikle de uğraşan Mustafa Bey’in en
büyük tutkusu hiç şüphe yok ki “şarap”…

Mustafa Bey bu işe girerken Trakya’da bildiği yerleri özenle gezip taramış. Bilimsel çalışmalar eşliğinde teker teker her lokasyonun gece gündüz sıcaklıklarından, milyonlarca yıl öncesinde oluşan toprak yapısına kadar öğrenip kafasında düşündüğü şaraplar
için en uygun yerleri oluşturmuş. Sonuçta da Istranca’nın eteklerine bakan yerlerde – Küçükkarıştıran – İslambeyli arasında kalan değişik arazilerde – toplamda 600 dönüme yayılan değişik lokasyonlarda irili ufaklı farklı toprak ve iklim yapısında bağlar oluşturmuş. Bağların çoğunda yüksek oranda taş yapısı (kuartz çakılı, kireç taşları, parçalanmış yüzlerce milyon yıllık granit kırıntıları vb.) bulunmakta; öyle ki bazı bağlarda toprağı görebilmek için taşları aralamak gerekiyor (hatta bana göre kireç taşlı araziye tam yukarıdan bakılsa sanırım bembeyaz bir arazi görülür diyebilirim) ki bu bağların
yeraldığı köylerin isimleri Akçaköy ve Ak ören… Ayrıca tüm bağların en önemli ortak özelliklerinden birisi de drenajının oldukça yüksek bir yapıda oluşu… Velhasıl tartışmasız olarak tüm bağların bir başka ortak özelliği ise oldukça soğuk bir iklime sahip oluşları… Öyle ki, Ekim’in ortasında bağları gezerken karla karışık yağmur yağıyor olması buradaki iklim hakkında ciddi fikirler verdi bizlere…

Söz konusu olan arazilerde dikilen bağlardan gelen üzümlerde Mustafa Bey’in almak istediği başlıca ortak özellikler, yüksek asiditeli, konsantrasyonu yoğun, zarif ve dengeli şaraplar elde etmek aslında… Dana çok “feminen bir stil tercih ediyorsunuz sanırım” diye
sorduğum gülerek “evet” diyor… Çok sert olmayan, tanen yapısı zarif ve dengeli şaraplar elde etmek istiyoruz” diye ekliyor.

Bağlarda kırmızı üzüm olarak Trakya’nın has üzümü Papazkarası’nın yanında, Cabernet Sauvignon, Merlot, Pinot Noir, Malbec ve Cabernet Franc ekili. Yakında Kalecik Karası da düşünüyor… Kırmızı olarak bölgeye uyum sağlamayacağını düşündüğü Shiraz/Syrah’yı ise
ekmeyi düşünmüyor… Kırmızılarda kesinlikle muazzam bir konsantrasyon ve asidite
var… Ham olarak tattığımız şaraplardan gerek Pinot Noir (2 farklı Pinot Noir
tattık), gerekse de Merlot (4 farklı Merlot tattık) oldukça aromatik ve yüksek
asiditeli şaraplar… İşin en ilginç yanı, Ağustos ayının uzamasından dolayı
oluşan olgunlaşma süreci şaraplardaki alkol seviyesini artırmasına rağmen,
şaraplarda alkol namına hiçbir şey hissedilmemesi… Mustafa Bey şaraplarında
bağların sahip olduğu teruar yapısından ötürü mutlak bir denge yapısının
olduğunu belirtiyor ve bu bakımdan 2011 gibi yüksek alkollü rekoltelerde bile
alkolü hissettirmeden şarabın keyfine varılabiliyor…

Beyaz olarak ise oldukça ilginç ve alternatif üzümler var; Riesling, Viognier ve Alvarinho bunların başlıcaları… Özellikle Riesling müthiş bir vadinin yamacında kurulan Riesling
bağları direk Mosel’i anımsatırken, gerek Şubat ayındaki yıllanmış Türk kırmızıları tadımında, gerekse de Chateau Nuzun’da Necdet Bey ile beraber tattığım Viognier ile ilgili görüşlerimi daha önce paylaşmıştım zaten… Alvarinho ise Türkiye’de daha önce denenmemiş bir üzüm olmakla birlikte böyle bir teruar’da iyi sonuçlar alınacağına inandığım bir üzüm. Ancak bana göre oldukça dikkat çekici bir Narince var ki, ileride çok ses getireceği kesin… Değişik teruar’lardan aldığı Chardonnay ise farklı teruar’lardan gelen
farklılıkları çok ilginç ve keyifli bir şekilde yansıtıyor… Sauvignon Blanc ise oldukça hoş tropik meyve ve greyfurt bazlı narenciye notlarının hissedildiği müthiş asiditeli bir şarap olmaya aday şimdiden…

Beyazların bana göre en önemli özelliği (ki bence Narince için bu çok hoş bir özellik) müthiş bir mineral yapıya sahip olması… Tahminimce ileride yüksek asiditenin yanında Mustafa Bey’in tüm şaraplarındaki genel özellik olacağını tahmin ettiğim “mineralite”
olgusu beyazlardaki üst yapıdaki meyve aromalarının yanında şarabın “tuzu-biberi” gibi duruyor…

Üretim metodu olarak “garaj” tipi üretim yapılırken, 2011 rekoltesi için 20bin litre kadar bir üretim söz konusu. Üzüm taneleri teker teker elle salkımlardan ayrılarak tanklara aktarılan son derece emek-yoğun tarz bir üretim metodu benimsenmiş. Ayrıca şarapların hemen hepsinde 500-1000 litrelik ölçekler kullanılmış ve Mustafa Bey’den aldığım
bilgiye göre 4bin litrelik Cabernet Sauvignon hariç diğer hepsinde open-top metodu uygulanmış. 2011 rekoltesinden tattığımız henüz fermantasyon aşamasında olan şarapların birkaç tanesi hariç tamamı bir yıllık bağlardan gelmekte… Daha bir yıllık bağlardan bu kadar yüksek konsantrasyonlu şaraplar elde etmek içinse anaç başına minimum verim alma yoluna gidilmiş. Öyle ki,  3 yaşında olan bağlardan 2 asmadan ancak bir şişe şarap elde ediliyor ve böylece denge yapısı yüksek ve oldukça aromatik şaraplar elde ediliyor… Bana göre açık seçik bir “çılgınlık” olan bu bağ konsepti Mustafa Bey’in hayallerini gerçekleştirmesinin kilit noktası aslında…

Yeni rekolte şarapları Büyükkarıştıran’daki “Çamlık” restoranın bahçesinde Mustafa Bey’in önderliğinde ve önologu Aslı Hanım’ın şaraplar hakkında verdiği çok hoş anekdotlar eşliğinde tattıktan sonra bizleri bekleyen ise 2010’dan kalan Cabernet Sauvignon,   Cab. Franc, Petit Verdot ve Malbec blendi eşliğinde henüz taze taze avlanmış müthiş lezzetli “bıldırcınlar” oldu…
Büyükkarıştıran’daki “garaj” stili şaraphanesinde her üzüm çeşidi için ayrı fıçı kullanan ve bu şekilde fıçı entegrasyonunu optimum seviyede tutmayı hedefleyen Mustafa Bey’in 2010 rekoltesi şarabı dengeli fıçı yapısı, oldukça meyvemsi yapıdaki aroma karakteri, zarif tanenleri ve diri asiditesi ile beraber ileride nasıl bir şarap oluşturacağının ilk ışıklarını veriyordu…

Mustafa Bey’in yapmış olduğu özellikle teruar şarapçılığını baz alan bu yatırımın ileride oldukça ses getirecek şaraplarla beraber Türk şarapçılığımızı farklı boyutlara taşıyacağını düşünüyorum… İnanıyorum ki yeni yeni oluşan bu tatlı rekabet şarapçılığımızın gelişmesinde ve dünyaya yayılmasında büyük katkı sağlayacak… Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler…

About Murat Mumcuoglu

Organizing wine tastings, food & wine events and winery tours ... Holder of WSET Level 3 certificate...
Bu yazı Cabernet Franc, Cabernet Sauvignon, Chardonnay, Merlot, Narince, Pinot Noir, Riesling, sauvignon blanc, Tadım Notları, şarap dünyası, şarap gezileri, şarap turizmi içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s