Yine bir Pazar sabahı İstanbul’dan yola çıkıp Tekirdağ’daki butik şarap üreticilerini gezelim istedik… Bu kez ilk durağımız son master of wine tadımlarında adını duyuran yeni butik üreticilerimizden “Barbare” şarapları…

“Barbare” adı yakınında bulunan “Barbaros” köyünden gelirken bir yandan da “barbar” anlamına da geliyor… velhasıl şaraplar hiç de “barbar” değil :)…

“Barbare” nin üretim müdürü Akın Gürbüz Bey’le Tekirdağ-İpsala yolu üzerinde buluşup, yola yaklaşık 1 km mesafedeki bağlara hafiften “off-road” tarzında bir sürüşle ulaşıyoruz…

Bağlara varınca enfes bir manzara karşılıyor bizi. Deniz seviyesinden 300 metre yükseklikteki bağlar eğimli arazinin de verdiği avantajla kurulmuş. Bağlarda Cabernet Sauvignon, Merlot, Syrah yanında Grenache ve Mourvedre gibi birkaç istisna haricinde Türkiye’de pek karşımıza çıkmayan üzümler de var.

Hava az bulutlu ve açık, püfür püfür esen rüzgar bağları ve bizleri serinletiyor… Ortam bir bağ gezisi için o kadar uygun ki…

Akın Bey’le beraber kadehlerimize 2010 rekoltesi Sauvignon Blanc koyup bağları gezmeye başlıyoruz. Öncelikle 2010 Sauvignon Blanc’dan bahsetmek gerek. Akın Bey’in daha önceki Yeni Zelanda ve Kaliforniya bağlarında edindiği deneyimlerden kendine has bir stilde ürettiği bu şarap 4 ay “sur lie” (tortusunda bekletilerek) metoduyla üretilmiş. Aromatik yoğunluğu oldukça keyifli olan şarabın ortaya yaklaşan bir gövde yapısı ve ortanın üstü bir asiditesi var. Tropik meyve aromalarının, yeşil elma ve limoni aromaların hissedildiği şarap “fresh” bir yapıya ve orta uzunlukta bir bitişe sahip.

Barbare bağlarının dikkat çekici özelliklerinden biri bağlarda sürdürülebilir “biyodinamik” metodun uygulanması. Buna temel olarak “topraktan aldığınızı tekrar toprağa verme” mantığı çerçevesinde oluşturulan bir yöntem diyebiliriz. Barbare bağlarında “biyodinamik” bağcılık uygulamaları, üzümlerin posalarından “kompost” elde etme ve bunları toprakta kullanma yöntemi ile uygulanmaya başlamış. Bu çerçevede bağlarda zararlılarla mücadele için de doğanın kendi devinimine saygı duyuluyor. Örneğin bağlara zarar veren hayvanları engellesinler diye şahin ve baykuş yuvaları yapılmış.

Bağcılıkta “ben düşme” olarak da adlandırılan üzümlerin renk değiştirmesi bağları gezdiğimiz sırada halen oluşmamıştı. Bu sene yaşanan hava koşulları nedeniyle genel olarak bağbozumu birkaç hafta daha geç olacak çok büyük bir ihtimalle.

9 yıl kadar önce dikilen Barbare bağlarının toprak yapısı genelde killi ve kumlu topraktan oluşuyor. Aynı bağda bu bazen yarı yarıya killi ve kumlu diye de ayrılabiliyor. Temmuz başında yağan yağmurlar toprakta halen belli bir nem yaratmış durumda. Bunun yanında Merlot bağlarında deneme olarak kurulan “damlatmalı sulama “ sistemini soruyorum Akın Bey’e. Kendisi “çocukluğunun da geçtiği Tekirdağ bağlarında en önemli sorunlardan birinin su sorunu olduğunu ve bu bağlamda iyi şarap yapımında esas olanın iyi üzüm yetiştirmek olduğu olgusundan yola çıkarak üzümü en iyi hangi metotla yetiştireceksek o metodu imkanlar dahilinde uygulamaya çalışıyoruz” diyor. Bu bakımdan bağlarda bulunan su sorununu çözebilmek amacıyla damlatmalı sulama yöntemini uygulama kararı almışlar ilk olarak bunu Merlot bağlarına uygulamışlar.

“Bağcılıkta size göre toprak yapısı mı yoksa hava koşulları mı daha önemli ?”diye soruyorum Akın Bey’e, bana cevap olarak “hava koşulları…” diyor, “aynı tür bağların değişik toprak yapısında da dikilip gelişebileceğini, ancak bağların gelişiminde ve aynı zamanda iyi üzüm almada esas olanın ‘hava koşullarının’ en uygun –optimum- seviyede olmasıyla mümkün olabileceğini” vurguluyor.

235 dönüme yayılan bağların tamamını gezemeyeceğimiz için 🙂 değişik üzümlerin durumunu görmek ve anlamak adına teker teker her bir üzüm türüne ait bağı baştan başa gezip ardından mahzenin de içinde bulunduğu üretim binasına doğru hareketleniyoruz…

Öncelikle tanklardan “Mourvedre” roze tadıyoruz. Yoğun meyvemsi, aromatik ve hafif tatlımsı bir yapıya sahip. Tanenler az da olsa kendini hissettiriyor ancak tanktan bu haliyle bile keyifle içilebilecek kıvamda.

Bir başka keyifli tank tadımı ise “Grenache” için yapıyoruz. Belirgin ama zarif bir tanen yapısına sahip ve damakta yoğun kırmızı meyve aromaları ve baharatsı notlarla sanki alternatif olarak direk şişelenebilecek bir kıvamda…

Tanktan tattığımız “Syrah” ise henüz yontulmamış güçlü tanen ve asitli yapısının yanında yoğun orman meyveleri ve baharatsı aromaları ile güçlü bir kupaja eşlikçi olacağının izlenimini veriyordu. Akın Bey hemen orada tanktan bir miktar “Syrah” ve bir miktar “Grenache” alarak basit bir kupaj yaptı. Bu vesile ile her iki üzümün saf haldeki yapılarının ve özellikle saf tanen yapısının ufak bir kupaj dokunuşuyla nasıl farklı ve bambaşka bir hal aldığını çok daha iyi anlamış ve görmüş olduk…

Tanklardan fıçılara geçiyor ve fıçılarda bekleyen farklı yıllara ait “Cabernet Sauvignon” ve “Syrah”ları tadıyoruz. Bana göre şarapların hepsinde iyi bir potansiyel var, gerek tanen yapısı, gerek asidite ve gövde yapıları ile tanklarda oluşmaya başlayan karakterler ileride iyi şarap olacaklarının izlerini veriyor.

Tanklardan ve fıçılardan yaptığımız keyifli ve bir o kadar da eğitici tadımların ardından Akın Bey’e teşekkür ederek Barbare bağlarından ayrılıyoruz… Artık İstanbul’dan yakın mesafede gerek Tekirdağ bölgesinde gerekse de Lüleburgaz ve kuzeyinde yeni butik üreticilerin sayısı artmaya başladı. Bu da en çok tabi ki bizim gibi şarap severlerin işine geliyor…

Şarap üretim tesislerini ve bağları ziyaret etmek, şarabın bağdan doğuşunu ve geçirdiği üretim sürecini bir bir keşfetmek öyle keyifli ki…