Bir klasik… Pandeli…

1660 yılında Mimar Kazım Ağa tarafından yapılan Mısır Çarşısı’na deniz tarafından girip, çarşının büyük demir kapılarını geçer geçmez sola döndüğünüzde masmavi çinilerle süslenmiş bir merdiven çıkagelir karşınıza. Basamakları bir bir çıkarken çarşının gürültüsünü yavaş yavaş geride bırakırsınız…

Burası yarım asrı geçen ömrüyle İstanbul’un en eski restoranlarından Pandeli’dir… Lokantanın kurucusu olan Niğdeli Rumlardan Pandeli, İstanbul’da bir köftecide bulaşıkçılık yaparak başladığı lokantacılıkta önce köfte işine girmiş, ardından ilk dükkânını 1926 yılında Eminönü’nde açmış. 6 – 7 Eylül olaylarından sonra dükkanı yıkılıp yağmalanınca 1956’da devlet yardımıyla bugün bulunduğu Mısır Çarşısı’na yerleşmiş.

Pandeli’nin ana yemek salonları Galata Köprüsü’ne, girişteki salon ise Mısır Çarşısı’nın içine bakıyor. Hemen hatırlatmakta fayda var, Mısır Çarşısı kapalı iken Pandeli de kapalı oluyor, kısacası burada akşam yemek servisi çıkmıyor.

Mekânın duvarları çiniler ile kaplı, masalar kolalı beyaz masa örtüleri ile donatılmış. İçeride turistler çoğunlukta zira Paskalya Bayramı’nın da etkisiyle İstanbul’da hatırı sayılı miktarda bir turist yoğunluğu var bugünlerde.  

Menüye bir göz gezdiriyorum. Klasik Türk yemekleri hâkim. Karışık zeytinyağlı tabağı istiyoruz (15 TL). Yanına da içmek için birer kadeh beyaz şarap (10 TL)… Ana yemek olarak bir Pandeli spesiyalitesi olan Sebzeli Kuzu İncik’te karar kılıyorum (28 TL), eşim Hünkar Beğendi (24 TL) tercih ediyor.

Pandeli’de sofrada eksik olarak gördüğüm hususlardan biri belki de ekmekleri… Bir anlamda esnaf lokantası işlevini koruyor bildiğimiz beyaz somun ekmekler, ancak, yine de alternatif 1-2 çeşit ekmek olsa ne iyi olur…

Karışık zeytinyağlı tabağı Pilaki, Közlenmiş Patlıcan püresi, İmambayıldı, Taze Fasulye ve Yaprak Sarmasından oluşuyor. Tabaktaki en iyiler kesinlikle patlıcan yemekleri. Kerametin malzeme kalitesinde olduğu belli, yani patlıcanın kendisi. Belli ki iyi yerden alıyorlar patlıcanı. Patlıcanda müthiş bir yoğunluk var, ağızda ayrıca bir dolgunluk hissi veriyor. Kendini hissettiriyor. Servisi yapan garsona soruyorum “patlıcan nereden geliyor” diye. “Bostan patlıcanı, dışarıdan alıyoruz” cevabını veriyor…

Yaprak sarması aşina olduğumuz parmak tipi uzunlamasına sarılmış sarmalardan değil. Daha çok bohça tipinde. Açıkçası böylesini ilk kez gördüm ve yedim. Geleneklere saygı duyan ancak belli başlı yemeklerde yeniliklere her zaman açık olan birisi olarak yaprak sarmasını beğendiğimi söyleyebilirim. Belki diyorum, içindeki pirinç biraz daha dişe dokunur cinsten “al dente” kıvamında pişseydi. Bir de hafif asidite eksikliği var sarmada. Üzerine limon sıkmak yerine, sarmayı pişirirken biraz asit katılmasını tercih ederim ben…

Ana yemek olarak istediğimiz Kuzu İncik ve Hünkar Beğendi için birer kadeh kırmızı şarap istiyoruz (10 TL). Kadeh şarap olarak Doluca Antik veriyorlar. Kötü bir seçim değil bence. Bu arada hemen hatırlatmakta fayda var ki anlaşıldığı üzere Pandeli’de alkollü içki servisi var. Gerçi, diğer birçok restoran gibi çok fazla bir seçenek yok ancak, yine de, bu yemeklerle böyle güzel bir ortamda birer kadeh bir şey içmek keyfimizi artırıyor doğrusu.

Sebzeli Kuzu İncik’in sebzelerini patlıcan püresi, ıspanak püresi, patates püresi, bamya, bezelye ve ayrıca patlıcan yemeği oluşturuyor. Kuzu İncik tahmin edilebileceği gibi ağır ateşte uzun süre pişmiş. Etler iyice yumuşamış ve dokunur dokunmaz kemikten ayrılıyor. Ancak tabağın yıldızı bence ıspanak püresi. Bol tereyağında pişirildiği belli, belki biraz da beşamel koymuşlar sanki velhasıl ıspanağı püre olarak bu kadar “Fransızvari” bir stilde servis eden başka bir yer görmedim.

Karışık zeytinyağlı tabağına nispet olacak şekilde, bu kez tabağım karışık “tereyağlı” tabağına dönüşüyor. Kuzu İncik yanında sunulan tüm sebzeler tereyağında pişirilmiş. Bu bakımdan yemeğin gövdesi bir hayli artmış…

Eşimin Hünkar Beğendi’sine bir çatal atıyorum… Beğendideki patlıcan püresi benim Kuzu İncik tabağındakiyle aynı. Kremamsı kıvamda, yoğun ve bol tereyağlı. Bu yemekteki et de ağır ateşte uzun süre pişmiş, dokusu yumuşak ve etleri çatalla tek dokunuşta liflerine ayırabiliyorsunuz. Tam Osmanlı stili diyebileceğimiz türden…

Pandeli’de tatmayı isteyip de tadamadığımız daha birçok yemek var elbet… Böreklerini merak ediyorum, hatta dönerini de… Dönerli patlıcan böreği ilginç bir seçim olacaktır diye düşünüyorum… Hatta denemek için daha da ötesi tatlılar olmalı… Artık bütün bunlar için başka bir sefere diyoruz… Bu arada diğer masalardaki turistlere şöyle bir göz attığımda, bir kısmının klasik ızgara et yemeklerini, bir kısmının kâğıtta levreği, bir kısmının ise bizim yediğimiz Kuzu İncik veya Hünkar Beğendi’yi tercih ettiklerini görüyorum.

Yemekleri bir yana bırakırsak işletme içerisinde bazı eksikliklerin de giderilmesini umuyorum. Bunların başında da “tuvaletler” geliyor. Mekanın 450 yıllık olması tuvaletlerin de 450 yıllık olması anlamına gelmez elbet, biraz daha hijyenik bir tuvalet yaratmak sanırım zor olmasa gerek.

Pandeli bence mutlaka denenmesi gereken bir deneyim… Bir ara uğramanızı şiddetle tavsiye ederim…

About Murat Mumcuoglu

Organizing wine tastings, food & wine events and winery tours ... Holder of WSET Level 3 certificate...
Bu yazı Doluca, istanbul, mutfak, Restoranlar içinde yayınlandı. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s